Merhabalar,
Bu son hamleliğim hiç dinlenemiyor olmama rağmen ilk ikisinden çok daha pozitif ve huzurlu geçiyor. Daha ilk muayeneden gittiğim doktorum içimizdeki bütün korkuları atmak istercesine hiç merak etmeyin her bebek kısmetiyle gelir, bunun da kısmeti varmış sakın bebeğinizden vazgeçmeyin diyerek içimize serin sular serpti. Daha sonraki kontrollerde de normalde senin durumunda üçüncüyü tavsiye etmezdik ama merak etme çok sağlıklısın, bak bebeğin kalp atışları duyuluyor, bebeğimiz sağlam sadece sende kanama var. Bak aslında plesenta previa var ama tam totalis değil, rahim ağzını kapatmamış, kanın dışarı çıkması bizim için çok iyi vs. diyerek hep gönlümü ferahlattı.
Aslında her zaman üzüldüğüm, hep vicdanını içimde taşıdığım bir konu birinci doğumumda neden suni sancıya itiraz etmediğim. Sonuçta suyum sağlıklıydı, ben sağlıklıydım, Zeynep sağlıklıydı… Doktorum ne kadar moralimi bozmaya, bebek çok büyüdü çatın dar çıkaramayacaksın demeye devam etse de ben dayanacaktım dedim hep kendi kendime. Doktoru değiştirebilirdim dedim yıllarca. Aylin’in hamileliğinde plesenta previa gelince (ki bence en önemli sebebi ilk doğumun sezeryan olması) yine kendimi suçladım. Kısaca negatiflik ilk doğumlarımı ve lohusalığımı etkileyen en önemli sorun oldu benim için.
Şimdi çevremde çok tatlı, çok pozitif insanlar var. Bu son gebeliğimde Blogcu Anne’yi tanıdım mesela, her mailinden ışık çıkıyor sanki. Buraya yazmak değil Elif’ten mail almak rahatlatıyor asıl beni. Çevremdeki meleklerden biri. Her şeyin yolunda gideceğini müjdeleyen… Sonra Ebrar var, bu ekibin pozitif üyelerinden, aynı duyguları paylaştığım tatlı anneler var, günaydın diyoruz birbirimize.
Bu sene tekrar bulduğum lise arkadaşlarım var yanımda, daha ilk günden beri tam destekler. Moralimin düşmeye başladığı, “kanamam var kızlar dediğim” anlarda Whatsapp grubumuzdan hemen imdadıma yetişiyorlar, “merak etme tuttu bu bebek” diye beni yükseltiyorlar.
Özgür de daha pozitif ve olumlu. Aylin’de bile daha çok düşünmüştü nasıl finanse ederiz, Zeynep’in hakkından mı yiyecek vs diye. Şimdi ilk öğrendiğimizdeki şaşkınlıkla karışık itirazı saymazsak her hafta daha da olumlu ve daha da destekleyen bir babaya dönüşmesini şaşkınlıkla izliyorum.
Ben de artık 35 yaşın üzerinde unumu elemiş eleğimi asmışım, mutlulukla ilgili mücadelemi kazanmışım, daha pozitif ve sakinim çevremde olup bitene karşı.
Neyse ense kalınlığı ölçülüyor, 2.4-2.7 diyebiliriz normalde 3.4 civarında yüksek risk diyoruz, rakam ne kadar küçük olursa o kadar iyi diyor. Bebeğin haftası da boyut olarak önde gidiyormuş, o yüzden de kalın çıkmış olabilir diyor, ikili test sonucunu bekliyoruz an itibariyle.
Sonraaaa lafın arasında mır mır uterus falan gibi bir laf duyuyorum, yine üstüme alınmıyorum ama doktor “bu arada cinsiyeti kız” deyince, dayanamayıp bir kahkaha attıyorum. “İlk ikisi neydi?”, “ne olabilir?”. Özgür’e hayırlı olsun harem ağalığın, ben de Dudu hatun falan oldum herhalde diyorum. Sonrasında yurtdışında yapılan bir DNA tarama testi, amniyosentez gibi bir test vs vs konularında bilgiler alıyoruz ama gülmekten koptuğumuz için bir kulağımızdan giriyor diğerinden çıkıyor açıkçası. Zaten ileri düzey ultrasona kadar beklerim herhalde 14. haftada karnıma iğne falan sokturmaya niyetim yok şu anda.
Sonra benim bir toplantım vardı, muayeneden koşarak ona gittim, akşam geç gelebildim eve, Özgür de geç geldi biraz çocuklar yatmadan yatakta yakaladık “size bir şey söyleyeceğiz”. Zaten Zeynep sabahları büyüyen karnıma bakıp bakıp “anne bana söylemek istediğin bir şey var mı?” diye soruyordu akıllı meleğim. Çok sevindiler, Aylin pek anlamadı ama kız olmasını istediğini söyledi, erkek beni döver dedi! Nasıl dayak yemişse artık kızım.
Bu hafta da böyle geçti gitti, etrafımızda bombalar patlarken, insanların çocukları ölürken nasıl oluyorsa bir şekilde pozitif kalabildiğimiz, birileri hep bize yardım ettiği için pozitif haberler ve sonuçlar aldığımızı sanıyorum bebeğimizle ilgili.
Son bir yıldır geceleri çocuklarıma sarılıp uyurken hep bir şey olsa birini bir kolumun altına diğerini diğer kolumun altına alır kaçarım, Çilek’i nereye koyacağım diye düşünüyordum. Şimdi kadro çoğaldı, carrier’a falan ihtiyacımız olacakmış gibi görünüyor.
Bir yandan sonsuz mutlu eden bir düşünce insanı bir yandan da endişeye boğuyor. Tuhaf şey.
Gökçe